Kurdistaninnartaneleri
  Hüseyin Turhalli
 

Gerçekler, İlkeler ve Politik Hileler

Dün Erdoğan Tv’de “Öcalan’la görüşülüyor” dedi. Yani yeniden başa döndük dedi.

Başa döndüğümüz dünde ne olmuştu?

Devletin istihbarat örgütü İmralı’da Öcalan’la, Oslo’da da KCK yönetimiyle görüşüyordu. Tam “anlaşma sağlandı” derken, Türk tarafı masayı devirdi.

Sonra ne oldu?

Sonrası Silvan…..

Ve arkasından Srilanka seferi ve binlerce BDP’liye zindan yolu.

Peki Türk tarafı niye masayı devirdi? Silvan olayı neydi?

Bir buçuk yıldır ulaştığımız ve elde ettiğimiz bilgiler bizi şöyle bir sonuca götürüyor:

“Yapılan görüşmeler sonucunda bir mutabıkata varıldı. Öcalan ev hapsine alınacak, Demokratik Cumhuriyet temelinde, yerel yönetimler güçlendirilecek, kültürel bazı iyileşmeler sağlanacaktı”. Anck önemli bir nokta üzerinde bir türlü anlaşma sağlanamıyordu:

Kandil yönetimi ne olacaktı?

 Devlet Kandil yönetiminin Norveç veya Avusturalya’ya gitmesini öneriyordu. Abdullah Öcalan da bu öneriye sıcak bakıyordu. Ancak Kandildekiler,  Öcalan’ın kendilerini gözden çıkardıkları düşüncesine kapıldılar ve hızla çatışma düzenine geçtiler. Devlet de bu kargaşadan yararlanarak gerillaya darbe vurmak için kolları sıvadı. Silvan olayı işte böyle bir ortamda gerçekleşti.

Bilenenin aksine müzakereler Silvan olayı ile kesilmedi. Silvan olayı gerçekleştiğinde masa çokta devrilmişti……

Aradan bir buçuk yıl gibi bir zaman geçti. Zaman çok şeyi tüketse de döndük, dolandık aynı noktaya geldik.  

MİT Öclan’la görüşmeye davam ediyor.  

MİT Müsteşarı Hakan Fidan 16 Aralık’ta İmralı’ya giderek Öcalan’la görüşmüş.

Ve Murat Karayılan geçen yıl yarıda kesilen görüşmelere cevap veriyor: Biz ülkemizdeyiz. Gitmesi gerekenler varsa o da sizsiniz” diyor.

Demek ki yine başa döndük.

Başa döndük dönmesine de yanlış olanı tartışıyoruz. Yine her zaman olduğu gibi konunun asıl yönleri değil, tali yönleri tartışılıyor. Politik hilelerin en çok sonuç aldığı yöntem de budur. Sürece çok sayıda farklı aktör ve unsurların katılıyor olması, politik oyunbazlığı kolaylaştırıyor.   

Olayı anlaşılır kılmak, oyunun aktörlerini ve bu aktörlerin menfaatlerini tanımlamaktan geçiyor.

-Devletin 90 yıllık uygulaması “te’dip, tenkil, taqtil, tehcir, temdin, temsil ve tasfiye etme”dir. Bu politikanın değiştiğine/değişeceğine ilişkin ciddi hiçbir emare görünmüyor.  

-90 yıldır bu politikaya karşı direnen Kuzey Kürdistan halkının temel arzusu, politikası ve eylemi bu zülüm düzenine son vermek, bir statüye kavuşmaktır.

-PKK, TC’nin 90 yıllık politikalarına karşı savaş açmış bir örgüt/tü. Öcalan’ın esir düşmesinden sonra istem ve amaçta bulanıklık yaşansa da gövdeyi oluşturan ana yapının arzusu hala budur.

- Öcalan bu denklemde önemli bir aktördür. Esir düştüğünden bu güne kadar 15 bin sayfa tutan konuşmaları “ Ne olacak benim halim?” sözleriyle özetlenebilir. Devlet, PKK, Kürdler-Türkler, savaş, barış …. içinde bulunduğu durumun değişmesinde sadece bir araçtırlar.  

-Kürdistan’ı bölüp, parçalamak ve paylaştırmak suretiyle Kürd ve Kürdistan sorununu yaratanuluslararası güçler, bu sorunun çözümsüzlüğünde ısrarlı görünmektedirler. Zira onlar için Kürd ve Kürdistan sorununun çözümsüzlüğü, Kürdistan’ı hegemonyalarında tutan devletlerin kendileri için altın yumurtlamaya devam etmeleridir.  “Ne kadar çatışma ne kadar sorun, o kadar dolar, o kadar petrol ve o kadar altın” demektir onlar için.   

Bunlar200 yıllık isyan tarihinin bu güne kadar ki özeti, yarının da gerçeğidir.   

Bir de ilkelerimiz var. İlkeler masa başında oturup yazılan manzumeler değil. Ezilen halkların ve sınıfların tarih boyunca edindiği tecrübe ve elde ettiği kazanımlar formülasyonudur.

-Adil ve sürekli bir barışın tesisi için ilgili tarafları temsil eden kurumlarda mutlaka denklik aranır. Eğer taraflardan biri bu kurala uymuyorsa yada diğer bir ifadeyle güçlü taraf kendisini daha alt düzeyde temsil ettiriyorsa niyetinde kötülük var, demektir. Daha üst düzeyde bir temsil ise dostluğun ve samimiyetin ifadesi olarak algılanır.

Denkliği bir tarafa bırakalım. Öcalan Türk devletinin elinde esirdir ve onunla görüşen devletin istihbarat kurumudur. Bundan iyi niyet ve çözüm beklemek, saflık ve cahillikten öte kötü niyete işaret eder.  

-Kurumun denk olması tek başına yeterli değil. Meşru bir temsil ve salahiyet yetkisine haiz olması gerekiyor. Meşruluktan kasıt ilgili tarafın özgür bir iradeyle görevlendirilmiş olması ve temsilcinin de maddi ve/veya manevi herhangi bir baskı altında bulunmamasıdır.   

Meşru yetkili kişi/kurum, kural olarak seçilmiş olandır. Ancak daha önceki yerleşik kural gereğince de ilgili kişinin görevli olması pek muhtemeldir.

Bir devletin başkumandanı veya padişahı esir düştüğünde yetkileri otomatikman donar. Devletler hukuku, İslam hukuku, sosyalist parti tüzükleri bunu böyle belirliyor. Hatta ilkel topluluklar bu tür durumlarda hiç gecikmeden, savaş meydanlarında yeni kumandan veya şeflerini seçerdi. Kızılderililer ise teslim olan veya esir düşüp de teslim olmayı öneren şeflerine zehirli oklar fırlatarak öldürürlerdi.

Hukuk ve tarihi uygulamalar karşısında üç milyon değil, 40 milyon Kürd de “Benim İradem İmralıdır” dese ve buna 7 milyar dünya nüfusu da eklense esir konumunda bulunan Öcalan’ın Kürd ve Kürdistan sorunundaki temsili meşruluk kazanmaz.

Toplumların kaderi hakkında yapılan görüşmelerin açık olması ve toplumun bilgilendirilmesi aleniyet ilkesinin gereğidir. Aleniyet aynı zamanda demokratik ve dürüst olmanın da ölçütüdür.  Toplumun geleceği karar altına alınırken kapalı kapılar arkasında pazarlıklar yapmak gayrı meşru ve gayri ahlakidir. Güven, inanç, bağlılık türü kavramlar da gayri ahlaki olan bu durumu ortadan kaldırmaz.

Tekrarlamakta yarar var. Öcalan PKK Genel Başkanı ve toplumun büyük kesimi tarafından kabul gören bir liderdir. Dolayısıyla özgür koşullardaki Öcalan’ın sorunun muhatabı olarak temsil yetkisi tartışmasızdır. Kabul edilmemesi gereken, esir konumundaki Öcalan’ın temsil salahiyetine haiz olmasıdır.

Kaldı ki  Öcalan’la ilişki kurulmadan yönetilen bir PKK’nin çok daha verimli çalıştığına hep tanık olmuşuzdur.

Örneğin, Öcalan esir düştükten sonra PKK Başkanlık Konseyinin yürüttüğü kolektif bir çalışma var. O çalışmadan elde edilen sonuçlar son birkaç yılın toplamından birkaç kat daha fazlaydı. Ve bu durum 7. Kongre tutanaklarına da geçmiştir.

Yine bir yılı aşkın bir zamandır Öcalan’la görüşme yapılamıyor. Ancak bu süreçte elde edilen sonuçlar geçmiş on yıldan katbekat daha fazladır.

Mesele şu: AKP hükümeti hızla kan kaybediyor. Bu kan kaybının önüne geçmek için çareler arıyor.  Buna rağmen Kürd ve Kürdistan sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek için oluşturduğu bir irade de yoktur. Ancak  bir arayış var. Bu arayış, AKP hükümetini bir çözüm mecrasına yöneltebilir.

Şimdilik görülmesi gereken temel nokta budur.

Sözün özü, çözüme giden yol, gerçekleri bilmekten, ilkelere bağlılıktan ve politik hileleri atlatmaktan geçer.

Hüseyin Turhallı

huseyinturhalli@gmail.com

 
   
 
kurdistaninnartaneleri.de.tl