Kurdistaninnartaneleri
  Kocgiri Isyani
 
Koçgiri İsyanı Alîşêr ile Zarîfe - 1 
 
Kürtlerin ulusal haklarını almak için 25 Kasım 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne karşı Koçgiri’de silahlı direniş başladı. Tarihe ‘Koçgiri İsyanı’ olarak geçen olay, 17 Haziran 1921’de kanla bastırıldı. 19. yüzyılda bölgenin durumu; isyana zemin hazırlayan politikalar; Kürt ve Ermenilerin haklarını almak için geliştirdikleri ortak örgütlenme ve bütün yönleriyle Kürdistan tarihinin önemli bir kesidi üzerine yapılan araştırmayı gündemimize aldık. ‘Koçgiri’de 88 yıl önce neler oldu?’ sorusuna ışık tutan araştırmacı yazar Mehmet Bayrak’ın hazırladığı çalışmayı yayınlıyoruz
 
Tarih bilimi ve bilincinin önemi 
 
“Üçbin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan, gündelik yaşayan insandır” diyor Alman şairi ve düşünürü Göthe. “Tarih, bir halkın hafızasıdır; tarihini bilmeyen bir halk, hafızasını yitirmiş insana benzer” sözü de, tarih bilincinin önemini vurgulayan bir özsöz niteliğindedir. Hele, dünyaca ünlü tarihçi Arnold Toynbee’nin, “bir millet için en büyük felaket, tarihinin düşmanları tarafından yazılmasıdır” yolundaki belirlemesi, özellikle böylesi bir felaketi yaşayan Kürt halkı açısından son derece önemlidir.
1930 yılında, Kemalist bir bakışaçısıyla yeniden belirlenen Türk Tarihinin Anahatları’ndaki şu ırkçı yaklaşım; Kürt tarihinin karşıkarşıya bulunduğu felaketin adeta habercisi gibidir:
 
“Türk tarihi, Türk milletine, dünya yüzünde insanlığın doğduğun danberi en asil ve yüksek insan tipini kendi ırkının temsil ettiğini, asırların yürüyüşünce insanlığın karanlık göklerinde süregelen uygarlık ufuklarının kendi ırkının zeka ve yetenek elleriyle açıldığını anlatır. Türk tarihi, Türk milletine kendi ırkının askerlikte, idarede, siyasette olduğu kadar ilimde, fende, edebiyatta, resim, musiki, mimarlık ve heykeltraşlık gibi sanatlarda dahi ne kadar eşsiz bir yetenekle yoğrulmuş olduğunu anlatır.
 
Türk tarihi, Türk milletine, dünyanın insan izi taşıyan her parçasında kendi ırkının zamanla silinmemiş ve silinmeyecek egemenlik ve kültür damgası basılı olduğunu, başka milletlerin tek örneğiyle övündükleri devletlerin en büyüklerinden çok daha büyüklerini yüzlerle kurmuş, her anlam ve nitelikte şan şeref kaynaklarından kana kana içmiş, görgülü bir soydan geldiğini anlatır.“(1)
 
Türk tarih yazımına damgasını vuran bu ırkçı ve şoven söylem, devam edip gidiyor. İttihad ve Terakki yönetiminden devralınan, tek tip toplum eksenli politikalarla, başta Kürt halkı olmak üzere diğer halkların ve etnik toplulukların varlığı red ve inkar edilirken; bunların zorla dayatılan “Türk” milliyetçiliği ve “Hanefi müslümanlığı” içinde nasıl eritileceğine ilişkin bugün elimizde sayısız gizli rapor ve plan bulunuyor. Bizim, Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra 1925’te gizlice hazırlanıp yürürlüğe konulan Şark Islahat Planı başta olmak üzere birçok gizli planı irdeleyerek yayımlayıp bilince çıkarmamızdan sonra; Can Dündar ve Rıdvan Akar adlı gazeteciler de 1960 Darbesinden sonra hazırlanan bu türden bir gizli planı, Ecevit’in kasasında bularak günyüzüne çıkarıyorlardı.
 
Daha önce yayımladığım çeşitli gizli raporların, kısmen güncelleştirilmiş bir kopyası niteliğinde olan bu gizli planın, benim açımdan tek ilginç yanı, çoktan beri eleştiregeldiğimiz bir kültürel politikayı ete-kemiğe büründürmesiydi. Literatürde “Kürdübesk” olarak nitelendirilen, “Türkçe Sözlü Kürt Halk Müziği”, bir başka deyişle “Özü Kürt, Sözü Türkçe” müziğin, neden 1960’lı yıllardan sonra güçlü bir akım haline geldiğini bu gizli Plan yoluyla daha iyi kavrayabiliyoruz. Plan’ın ilgili bölümlerinde şöyle deniyor
 
Radyo vasıtasıyla Türkçe güfteleriyle (sözleriyle MB), mahalli havaların (Kürt ezgilerinin MB) çalınması ve mahalli radyoların, bölge için propaganda uzmanlarından oluşan gruplar tarafından hazırlanacak programları yayması… Irk bakımından, Türk siyasi düzeninin kendi menfaatleri bakımından en elverişli, en güvenli ve en çok imkân sağlayan düzen olduğunu telkin eden bir inandırma faaliyetine girişilmesi… Bölgenin lisanına vakıf (dilini bilen MB) saz şairlerine (âşıklara, ozanlara MB) yukardaki fikirlerin aşılanması…“ (2)
 
Daha 1925’teki Şark Islahat Planı’ndan başlayarak, Fırat’ın batısında ve kuzeyinde bulunan Kızılbaş/ Alevi Kürtler’in, öncelikle asimilasyona tabi tutulması; 1960’ten sonra ise büyük şehirlerin varoşlarına taşınan bu topluluklardan yetişen şairlerin, âşıkların ve ozanların Türkçe yazmaya ve söylemeye özendirilmesi… İşte, başta Âşık Davut Sulari, Âşık Daimi, Ali Ekber Çiçek gibileri olmak üzere büyük şehirlere göçen Dersim bölgesi ve diğer yöre sanatçılarının ilginç serüveni… Sözkonusu Plan, resmi ideoloji eliyle red ve inkar temelinde bir Kürt Tarihi yazılması konusunda da ilginç ipuçları veriyor. Birlikte izliyoruz:
 
Dünya entelektüel muhitine Türkiye’de bir Kürt meselesinin mevcut olmadığının anlatılması… Bir Türkoloji Enstitüsü kurularak, kendini Kürt sananların kökenlerinin Türk olduğunun ispat olunarak yayınlanması… Doğu’nun Türk tarihinin yazılarak yayınlanması…
 
Görüldüğü gibi, Türk resmi politikasının Kürtler’e biçtiği kılıf; Kürt sorununun varlığının inkarı, Kürtler’in kökeninin karartılarak Türklüğe evrilmesi ve kendi ifadeleriyle “Doğu’nun bir Türk tarihinin yazılması”dır… Bilmem başka söze gerek var mı?.. Galiba var… 1960 İhtilâli Lideri Org. Cemal Gürsel’in, Kürt yoğunluklu yerleşim yerlerinde duvarlarda boygösteren şu utanç verici sözü hala belleklerimize kazınmış olarak duruyor: “Size Kürt diyenin yüzüne tükürün!…
 
Dersim ve Koçgiri’nin kısa tarihi :
 
Literatürde, Güney-batı Dersim olarak geçen Koçgiri’nin tarihini Dersim’den, Dersim’in tarihini de Kürdistan tarihinden soyutlamak mümkün değil, kuşkusuz. Geçmişte, bugünkü Tunceli, Elazığ, Erzincan, Bingöl illerinin tümüyle Sivas, Malatya, Muş ve Erzurum illerinin bir bölümünü içine alan Dersim; büyük bir eyaletin, başka deyimle memleketin adıdır. Tarihten bu yana birçok uygarlığa beşiklik etmiş Fırat-Dicle boylarının en kuzey ucundaki havzada bulunan Dersim, bu yönüyle başta Urartu uygarlığı ve kültürü olmak üzere birçok uygarlığın ve kültürün de varislerinden biri konumundadır. Günümüze kadar ulaşan bu kültürel dokuda; sözkonusu kültür ve uygarlıkların önemli izleri vardır.
 
Eyalet, 17. yüzyıl ortalarında Osmanlı- Safevi devletleri arasında imzalanan ve aşağı yukarı bugünkü sınırları belirleyen Kasr-ı Şirin Anlaşması’na kadar ağırlıkla Safeviler’e bağlıydı. Yine tarihten beri Ermeniler’le yanyana ve içiçe yaşayan Kızılbaş Kürtler’in yurdu olan bu eyalet; Osmanlı ve Safevi imparatorluklarının kesişme ve tepişme bölgesinde bulunduğu, daha önemlisi etnik ve kültürel bazda egemen yönetimlerle çeliştiği için sıklıkla göçlere sahne olan bir memlekettir. Çünkü bölge insanı dinsel ve kültürel dokusundan dolayı, iki tarafa da yaranamıyor, dahası güven vermiyordu.
 
Bundan dolayıdır ki, doğu ve batı yönünde bölgeden gerçekleşen perakende göçlerden sonra, 17. yüzyılın başlarında.Şah Abbas döneminde Dersim’den Horasan Eyaleti’ne bir zoraki göç yaşanıyordu. Şah Abbas, Hazar Denizi’nin güneydoğusunda kalan Horasan Eyaleti’ne, kendisine bağlı bulunan Dersim bölgesinden onbinlerce aileyi göçürtüyor ve kuzeydeki Sünni Özbekler’in ve Türkmenler’in akınlarını engellemek için sınır korumasına veriyordu. Aynı yüzyılın ortalarına yakın imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla bölge yönetimi ağırlıkla Osmanlılar’a geçince; Şah Abbas tarafından oraya yerleştirilmiş ailelerden binlercesi eski yurtlarına yani Dersim’e geri dönüyorlardı. Boşalan topraklara yerleşen Kızılbaş Kürt topluluklardan önemli bir bölümü, önceki sakinlerin gelmesiyle yerlerinden koparak daha batıdaki bölgelere akıyorlardı. Aşiret yapısı bakımından, bugünkü Dersim aşiretleri ile Horasan aşiretleri arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır.
 
Dolayısıyla, güney-batı Dersim’de konuşlanmış bulunan Koçgiri’nin tarihi ve toplumsal yapısı Dersim’e sıkısıkıya bağlıdır. Daha 18. yüzyıl sonlarında, Osmanlı Sadrazamı Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa’nın, Kürdistan’daki tenkil (cezalandırma) harekâtından Koçgiri bölgesi de nasibini almıştır. Birçok çatışmalara sahne olan bu harekâtın başlangıcında, Sadrazam ve Serdar Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa da, eski Osmanlı yöneticileri gibi Kızılbaş Kürt kökenli bölge halkının İslama aykırı davrandığı gerekçesiyle suçlamada bulunmuş ve bir gecede hileyle 150 aşiret reisinin başını keserek, aşiretleri te’dip etme yoluyla (edeplendirme, hizaya getirme) ıslah etmeye kalkışmıştır. Bu ıslah(!) hareketlerinin, 19. Yüzyıl boyunca bölgede devam ettiği görülecektir.(3)
 
Celal Erdönmez, “Tanzimat Devrinde Koçgiri Aşireti’ni Islah Çalışmaları” üzerinde yoğunlaşan bir araştırmasında; aşiretlerin dinsel- inançsal- kültürel- etnik yapılanmasını ve boyutunu dikkate almadan, konunun salt iskân ve ıslahat boyutunu öne çıkarır. Birlikte izliyoruz:
Aşiretler artık bir iç iskan unsuru olarak kullanılmaya başlanmış, XVII ve XVIII. yüzyıllar boyunca bu şekilde yerleşik hayata geçirilmeye çalışılmışlardır. Tanzimat’tan önce aşiretlerin yerleştirilmesi iç güvenlik, vergi, asker temini, üretimin artırılması gibi klasik ıslahat gerekçeleriyle yapılırken, Tanzimat sonrası bu gerekçeler Tanzimat prensipleri ve uygulanması manzumesinde görülmeye başlandı. Tanzimat vaatleri, ahalisinin tamamı yerleşik hayat yaşayan Batı toplumlarından mülhem olduğu için devlet adamları Osmanlı toplum yapısını da Batı toplumlarına benzetmeye çalışmışlardır. 
 
Tanzimat devrinde halen konar-göçer halde bulunanlar yanında, önceki iskan mahallerini terk ederek konar-göçer hallerine dönmüş olanlar da bulundukları yerlerde iskana tabi tutuldular. İskan gerekçelerinin başında, bunların giriştikleri eşkıyalık hareketleri, vergilerinin zamanında toplanamaması, asker alınamayan bu unsurlardan asker temin edilmesi ve ziraî hayatı bunlar vasıtasıyla güçlendirme istekleri gibi hususlar gelmektedir. 
Tanzimat devri ve Koçgiri’de ıslah haraketleri
 
Birçok aşiret kendi isteği ile yerleşmeyi kabul ederken, buna yanaşmayanlar askeri operasyonlarla yerleştirilmişlerdi. Yerleşmeler eski yaylak ve kışlak alanlarda, boş ve hâli topraklarda yeni köy ve kasabalar kurulması suretiyle yapılmıştır. (…) Tanzimat devri iskan faaliyetlerinde, iskan çalışmalarının yanında ıslah hareketleri de görülmektedir. Böyle durumlarda iskan, ıslahatın başarılı olmasında ilk şart gibi telakki edilmektedir. Yani ıslahatın kalıcı olması ıslahata tabi tutulan konar-göçer ahalinin muayyen bir bölgede iskan edilmiş olmasına bağlıdır.“(4) 1865/66 yılları arasında, askeri bir birlik olan Fırka-i İslâhiye aracılığıyla özellikle İçtoroslar’da gerçekleştirilen bu iskan ve ıslah hareketinden sonra, konuyu Koçgiri Aşireti’ne getiren araştırmacı, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu tarz ıslah hareketleri Doğu Anadolu’daki aşiretler üzerinde de tatbik edildi. Bunlardan birisi de Koçgiri Aşireti ve aşirete tatbik edilen ıslah programıdır. (…) Hemen ifade etmek gerekir ki, ıslahat programları her aşirete tatbik edilmemiştir. Koçgiri Aşireti örneğinde görüldüğü gibi, aşiretin kısmen devlet kontrolünden çıkmış olduğu haller ve aşiret idaresinde karşılaşılan problemler bu işte esas sebepleri teşkil etmiştir.
Koçgiri Aşireti’nin ıslah nedenlerini;
 
1- Aşiretin yönetiminde karşılaşılan güçlükler; 2- Aşiretin giriştiği eşkıyalık hareketleri;
 
3- Vergilerin toplanamaması;
 
4- Aşiretten asker alınamaması
 
 Gibi hususlara bağlayan araştırmacı; Aşiretin bütünüyle Dersim Sancağı’na bağlanmadan önce Sivas Eyaleti, Rumili (Sivas- Malatya bölgesi), Bozok Eyaleti (Yozgat bölgesi) ve Trabzon Sancağı arasında geniş bir alana yayıldığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürüyor:
 
Aşiret ahalisinin üç ayrı sancak sınırları arasında dağınık halde bulunmaları sebebiyle idarelerinde ciddi sıkıntılar görülmektedir. Aşiret, Dersim Sancağına ilhak edildikten sonra merkezden işlerine müdahale olmamasına rağmen, bu bölgede bulunan kaymakamlar ve müdürler aşireti layıkıyla idareye muvaffak olamamışlardır.“ (agy) 1850’li yıllarda Koçgiri Kaymakamlığı yapan Abdi Bey başta olmak üzere gelen yöneticilerin uyguladıkları mali ve idari yolsuzlukların halkı canından bezdirdiğini vurgulayan araştırmacı; Sivas, Dersim ve Karahisar-ı şarki sancaklarında dağınık şekilde yaşayan aşiretin, egemenlik altına alınmasının ve karşılaşılan problemlerin çözümlenmesinin, merkezden uzaklaşıldığı oranda zorlaştığını eklemektedir.
 
Bölgede görülen eşkıyalık hareketlerinin genellikle sosyo- ekonomik şartlarda görülen bozulmalara bağlı olarak ortaya çıktığını belirten yazar, “Koçgiri Aşireti’nin bağlı olduğu Dersim bölgesinde XIX. yüzyılın ikinci yarısında görülen isyan hareketleri adeta bölgenin karakteristik özelliği haline gelmiştir” belirlemesinde bulunmaktadır. Koçgiri Aşireti’nin, 1848 yılında Dersim sancağına katılmış olmasına rağmen, aşiretin bütünüyle bir düzenliğe kavuşturulamadığını hatırlatan araştırmacı, bunda Osmanlı ordusuna asker vermeme düşüncesinin de büyük rol oynadığını vurgulamaktadır. Bu amaçla, Koçgiri Aşireti reisi Diyab Ağa’nın 40 kadar adamıyla birlikte yakalanarak Ruscuk’ta ikamete memur edilmesinin ve ona 700-800 Kürt milisiyle yardıma gelen ünlü eşkıya Kara Eybo’nun İstanbul’da kürek cezasına çarptırılmasının da sonucu değiştirmediği anlaşılmaktadır. Osmanlı idari yapısı içerisinde aşiretlerden kaza oluşturulmasına ilişkin uygulama, Koçgiri Aşireti’ne de uygulanmış ve aşiret, Dersim Sancağı’nın 1848 yılında yeniden kurulması sırasında bu sancağa bağlı bir kaza haline getirip vergilendiriliyor.
 
Askeri yöntemlerle sonuç alamayacağını anlayan Osmanlı yönetimi, aşiret yetkilileriyle görüşme yolunu seçerek, 23 Eylül 1854 tarihinde Dersim Sancağı’ndan yönetilen Koçgiri Aşireti Kazası Müdürlüğüne, daha önce sürgüne yollanan Aşiret Reisi Diyab Ağa atanıyor.
 
Daha sonraki dönemlerde, Dersim ile Koçgiri’nin diyalogunun koparılması amacıyla, Koçgiri Aşireti’nin bulunduğu Karahisar-ı şarki ve Dersim Sancakları’ndan bazı yerlerin birleştirilmesiyle bağımsız bir kaymakamlık kurularak, bu kaymakamlık Sivas’a bağlanıyor. Daha sonraki süreçte ise Koçgiri Aşireti isminin kaza ile özdeşleşmesinin önlenmesi için, aşiret köyleri Karayel, Zara, Divriği, Beydağı ve Hafik gibi kazalara bağlanarak, dağıtılmaya çalışılıyor ki, bu, Osmanlı’nın öteden beri yaptığı bir uygulamadır.
 
Erdönmez, bu gerçekliği şu sözlerle itiraf ediyor: “Tanzimat devrinde, merkeziyetçiliği artırmak için eyaletlerin fiziki sınırlarının daraltılarak hacimce küçük, paraca güçsüz yönetim birimleri oluşturulması yoluna gidilmişti.“(agy) Tanzimat döneminde ıslahat programının uygulandığı başlıca aşiretlerden birisi de Koçgiri Aşireti olduğu halde, zamanla derebeyleşen Aşiret reislerinin, ileride devletin başına gaileler çıkarmaya devam ettiğini söyleyen yazar, sözlerini şöyle noktalıyor: “Alınan bütün tedbirlere rağmen Dersim bölgesinde bulunan aşiretleri ve münhasıran da Koçgiri Aşireti’ni itaat altına almak mümkün olmamıştır. Nitekim Milli Mücadele devrinin ilk yıllarında da isyan hareketlerine girişmişlerdir.” (Bkz. agy,s.113)
 
1920’li yılların başlarında askeri veteriner- doktor olarak görev yapan Kürt aydını Nuri Dersimi’nin söyledikleri de, yukardan beri anlatılanları doğrular ve tamamlar niteliktedir:
 
Dağlık, ormanlık ve verimli bir bölge
Koçgiri Aşiretleri, katıksız Kürt aşiretleri olup, Sivas Vilayeti’ne bağlı Zara ilçesinin Ümraniye, Karacaviran, Bulucan ve Beypınar nahiyeleri çevresinde 300 köye yerleşmişlerdir. Koçgiri bir ilçe oluşturulmasına uygun olduğu halde, bölgenin tamamen Kürt olması dolayısıyla; Zara ilçe merkezi seçilmiştir. Bölge tamamen dağlık, ormanlık ve verimlidir. Beydağı ve Yılanlı sıradağları önemlidir.
 
Koçgiri Aşireti, Zara ve Divriği ilçeleri arasındaki Doğu alanını ve Erzincan’ın Refahiye, Kercanis, Suşehri ve Kuruçay ilçeleri sınırındaki bütün köyleri işgal etmektedir. Adı geçen ilçeler ahalisi bu aşiretin gelenek ve kültürüne bağlıdırlar. Doğudan Erzincan Vilayetine, Kuruçay, Kemah ve Dersim sınırına, güneyden de Arapgir’in Atma Aşireti’ne kadar uzanan bu aşiret; kuzeyden Suşehri- Şebinkarahisar bölgesiyle de sınırdaştır. Koçgiri Aşiretleri, Dersim’den ayrıldıklarını ve birkaç yüzyıl önce bu bölgeye geldiklerini ve öz annelerinin Şeyh Hasanlı olduğunu savunurlar. Gelenekleri, kültür ve fizyonomileri tamamıyla Dersimliler’e benzer ve Dersim’le bağlarını korumaktadırlar. Dilleri Kurmanci’dir. Oniki büyük kabiledirler ki en meşhurları Badillan, Saro, Baro, Garo, İbo, Balo, Zaza ve eski Koçgirililer’dir. Bazı araştırmacılar, Koçgiri aşiretlerini 10 ile 20 bin haneden ibaret göstermişlerse de, 1921 Koçgiri Hadisesi’ne kadar 30 bin haneden ibaret bulunduğunu, o havalideki incelemelerime dayanarak beyan edebilirim.
 
Koçgiri Aşiretleri’nin, Yavuz Sultan Selim döneminde zorla göçürtülerek bu bölgeye gelmiş olmaları ihtimali büyüktür. Fakat bu aşiret, Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfuzuna asla girmemiştir. Daima silahlıdırlar ve çok miktarda savaş tüfekleri ve cephaneleri vardır. Koçgiri Aşiretleri, büyük sayılarda hayvana sahiptirler. Dersimliler’e göre, eğitim görmüş insanları daha fazladır. Doğuştan zeki ve yurtseverdirler. Aşiret reisleri, İbo kabilesinden Mustafa Paşaoğlu Alişan ve Haydar idi. Konak merkezleri Boğazviran’dır.” (5)
 Koçgiri İsyanı Alîşêr ile Zarîfe - 2 
 
Dersim Eyaleti’nin kendi kendisini yönetmesini isteyen Kürt ve Ermeniler 1865’te ulusal temelde ortak bir örgütlülük geliştirdiler. Komite’nin barışçıl çözüm girişimleri zindanla yanıtlandı. Bunun üzerine Kürt ve Ermeni ortaklığı silahlı Xol müfrezelerin örgütlenmesine başladı. 
 
 
XIX. Yüzyılda Dersim’de bir ulusal örgütlenme
 
C. Erdönmez ve benzeri resmi ideolojiye yakın duran araştırmacılar, Dersim bölgesinde ortaya çıkan tüm eylemleri “eşkıyalık hareketleri” olarak nitelendirip, bunların “etnik ve siyasi talepler içermediğini” savunsalar da (bkz. Agy,s.106), bu iddia tarihsel ve toplumsal gerçekliklerle bağdaşmamaktadır. Aşağıda değişik boyutlarıyla aktaracağımız “Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi” örgütlenmesi, bunun çarpıcı örneklerinden olduğu gibi, sonraki gelişmelerin de önemli bir habercisi niteliğindedir. Fransız Burjuva Devrimi’nin titreşimleri Osmanlı İmparatorluğu’nu da sarmalamış ve Batı memleketlerinden başlayarak etnik ve ulusal temelde ayaklanma hareketleri başgösteriyordu. Bu kimlik arayışının etkilediği Doğu’lu milletler ve azınlıklar da giderek seslerini yükseltmeye başlamışlardı. Bu etkilenişin ilginç örneklerinden biri de Dersim bölgesinde yaşanmıştı.
 
1864 yazında Ermeni liderlerinden Atom Karapetyan, temsilcilerini Dirican’dan Yukarı Dersim’e (Dêrsima Çiya), 20. yüzyılın ilk yarısında Dersim’in dini/siyasi lideri Seyid Rıza’nın babası Seyid İbrahim’e gönderir. Temsilciler, on gün boyunca Seyid İbrahim’in evinde kalır ve kendisiyle konuşur. Seyid İbrahim, sonunda tüm aşiret reislerinin katılacağı bir toplantı yapılmasını önerir. Toplantı, 10 Ekim 1864’te Pertek’te başlar. Toplantıda, bir temsilci heyetinin, Türk hükümeti nezdine gönderilip, Dersim’in kendi kendini idare etmesi hakkının barışçıl yollardan talep edilmesi önerisi yapılır. Bazıları bu öneriye karşı çıkarak, ‘Dersim’in statüsünü korumak için silaha sarılma’ önerisini getirirler. Bu durum, toplantıyı ikiye böler; fakat sonunda bir heyet oluşturularak İstanbul’a gönderilmesi ve sorunun barışçıl yollarla çözülmesi kararı benimsenir. Ancak Yukarı Dersimliler, bu karardan hoşnut kalmaz.
 
Barışçıl çözüm girişimi zindanda noktalandı
 
Dersim’in elçileri 1865 yılı Martı’nda İstanbul’a doğru yola koyulur. Fakat daha oraya varmadan, jurnalcılar, heyetin gidiş nedenini İstanbul’a haber verirler. Heyet üyeleri İstanbul’a varır varmaz hükümet tarafından tutuklanarak zindana atılır ve ancak iki yıl sonra 2 Nisan 1867’de serbest bırakılırlar. Serbest bırakılan üyeler, Atom Karapetyan başkanlığında Balaban’a (Harput yöresi) gitmek isterler, ancak yörede istenmediklerini duyunce Yukarı Dersim’e giderler. Uzunca bir süre orada kaldıktan sonra, silahlı bir ayaklanma başlatmak için aşiret reisleriyle konuşurlar ve ayaklanmaya hazırlanmaları konusunda onları ikna ederler. Gelişmeleri haber alan hükümet çevreleri, onların kendi yerlerine dönmelerini kolaylaştırır.
 
Önceki girişimden düşkırıklığına uğrayan heyet mensupları, bir süre sonra Atom Karapetyan’ın başkanlığında Xinzoresk (şimdi Elazığ merkeze bağlı Örençay) köyünde Ermeni ve Kürt liderlerinin katıldığı bir toplantı yaparlar. Toplantıda, özeleştirilerini yapıp, eski yanlışlarını kabul ederek, artık hiç bir zaman hükümete güvenmeme ve yeni bir silahlı ayaklanma başlatma kararı alırlar. Bunun için de, Ermeniler’le Kürtler arasında örgütlü bir mücadelenin gelişmesi ve Xol adlı silahlı bir saldırı müfrezesinin kurulması için çalışacak “Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi” adlı bir örgütün kurulması gereği üzerinde durulur ve 6 Ocak 1868’de 14 kişilik bir Komite oluşturulur. Bu Komitenin üyeleri şunlardır:
 
1- Xaçik (Haçik) Minasyan, 2- Grigor Karapetyan, 3- Halişe’nin oğlu Seydo, 4-Kamer Mısto’nun oğlu İsmail, 5- Ahlat’lı Ahmed’in oğlu Ali, 6- Hen’li Miko’nun oğlu Uso (Yusuf), 7-Reyis’li Ömer’in oğlu Miko (Hagob), 8-Gal’li Hasan’ın oğlu Temir, 9- Sarkis Pağdo’nun oğlu Piğdo, 10-Süleyman Pero’nun oğlu İbrahim, 11-Azakans Adam’ın oğlu Nersik, 12-Manukans Gabo’nun oğlu Manuk, 13-Sulo Xudo’nun (Süleyman Hıdır) oğlu Mehmet.
 
Programını belirledikten sonra Komite çalışmalarına başlar. Herşeyden önce hükümetin elinde maşa haline gelen, topluma baskı yapan ve kirli işlerini haince yürüten ağa ve beylere karşı harekete geçer. Komite üyeleri, Şah Hüseyin Bey ve Sait Bey’le ilişki kurarak, hükümete karşı ortaklaşa savaşmak için anlaşırlar. İşbirlikçi ağalarla çatışmalar ve hayal kırıklığı Silahlı Xol birlikleri 1868 Ağustos’unda 40 Ermeni ve Kürt köyünü elinde bulunduran ve köylülere baskılarıyla büyük acı çektiren Halil Ağa’ya karşı saldırıya geçerler. Sırtını devlete dayayan Halil Ağa, çeşitli vaadler ve aldatmacalarla saldırının üstesinden gelmeyi becerir.
 
Komite çalışmalaranı fazla ilerletemez, üyeleri arasına ikilik girer, halkla ilişkileri zayıflar ve adım adım dağılır. (7) Dersim bölgesindeki bu yeni yönelişte, kuşkusuz Islahat Fermanı’nın din, inanç ve sosyal yaşam konusunda getirdiği haklar kadar, Batılı misyon ve uzmanların da etkisi vardı. Bu nedenle, Hans-Lukas Kieser’in, “Protestanlar, Ermeniler’le komşu olan Aleviler’i etkilemiş, eğitmiş ve onlara toplumsal eşitlik ile bölgesel özerklik gibi ortak politik düşünceleri aşılamışlardır” yolundaki görüşlerine biz de katılıyoruz ve esasen üstteki örnek de bunu doğrular niteliktedir. (8) Yine Kieser’in dediği gibi; “bazı Kızılbaş gruplarının kendi kimliklerini ve toplumsal rollerini yeniden tanımlama girişimleri Osmanlı çıkarlarına dokunmuştu ve Alevilerin haklarını genişletme fikrine şiddetle karşı çıkıyordu.” Gerçekten Islahat Fermanı’nın diğer azınlıklara getirdiği haklara rağmen, bu tarihlerde özellikle Kızılbaş Kürtler ve Ermeniler üzerindeki baskılarda bir artma görülür. Bu, önce bölgedeki misyonerlerin daha sonra da yerli halkın baskıya maruz kalmasıyla kendisini gösterir. 19. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Mazgirt bölgesinden Kangal yöresine gelen ve gerek Ermeniler, gerekse Batılı gezginlerle yakın diyalogu bulunan Baba Mansur Ocağı’na bağlı Hakikatçı Pirler üzerinde uygulanan baskılar ve sürgünler, bunun tipik göstergelerindendir.
 
Abdulhamit’in güçleri parçalama stratejisi
 
Bu anlamda, II. Abdülhamid yönetimi gerek Kürt Alevileri gerekse Ermeniler açısından bir dönemeç niteliğindedir. O, ne pahasına olursa olsun bu iki unsuru elde tutmak amacındadır. O, bir yandan Müslüman ve Türk unsurlar lehine ekonomik ve sosyal fermanlar çıkarırken; bir yandan da “İslâmi Birlik” stratejisi temelinde, Sünni Kürtler’i yanına çekebilmek için Hamidiye-Aşiret Alayları uygulamasına başvuruyordu. Bu yöntemle, Sünni ve Alevi Kürt blokunu parçaladığı gibi, Ermeniler’e karşı kullanacağı bir güç de yaratmış oluyordu. Bu yöntemle, Sünni Kürtler’i kendine bağlayan Abdülhamid’in, Alevi ve Êzîdî Kürtler’e dönük politikası, onları Hanefi- mezhep, irşadçı din adamları yoluyla Sünnileştirmeye çalışmaktı. Abdülhamid’in, Alevi ve Êzîdîler’i Sünnileştirme politikası bütünüyle başarılı olamamış, ancak Kürt blokunun parçalanmasında ve bir güvensizlik ortamının doğmasında başarılı olmuştu… Ve bu güvensizliğin titreşimleri Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi’ne kadar uzanıyordu…
 
Nitekim Dr. Nuri Dersimi, anılarında bu gerçekliği şu sözlerle itiraf ediyordu: “İstanbul’da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin toplantılarına katılıyordum. Bir aralık Cemiyetin bir toplantısında söz aldım ve Alevi-Sünni Kürtler arasındaki soğukluğu gidermek için bir an önce bir heyetin Alevi Kürt bölgelerine gönderilmesini önerdim. (Çünkü yapılacak herhangi bir örgütlenmenin ardından başlayacak harekatın, Alevi Kürt bölgelerinde yürütülmesinde, Sünni Kürtler’in ilgisiz kalacağı ve Sünni Kürt bölgelerinde çıkacak milli kurtuluş harekatlarında ise Alevi Kürtler’in ilgisiz kalacağı hatıra gelebilir. Ve Türk hükümeti kuvvetleri de bu ayrılıştan istifade eder) yolundaki savunmam genel kurul heyetince şiddetle reddedilmişti. Maalesef Kürdistan’da gerçekleşen isyanlarda, nitekim Sünni Kürt isyanlarında Alevi Kürtler alakadar olmadılar ve Alevi Kürt isyanlarında ise Sünni Kürtler kesinlikle alakadar olmadılar. Ve bu suretle her iki mıntıka isyanları da Türk hükümeti lehine sonuçlanmış oldu.”(9)
 
Koçgiri İsyanı’na giden süreç
 
Bilindiği gibi, Türkçü İttihad ve Terakki yönetimi, genişleme uğruna Alman militarizmiyle I. Dünya Savaşı’na girmiş, savaş sonunda yenilgiye uğramış ve bunun üzerine toprakları galip devletlerce işgal edilmişti. Bu yenilgi İttihad ve Terakki hareketini alabildiğine geriletmiş, oluşan boşluğu bu Türkçü harekete muhalif diğer Osmanlı partileri doldurur. 1908- 1920 yılları arasında 20 dolayında demokratik Kürt örgütü kurulmuş ve bunlar 15 dolayında dergi ve gazete çıkarmaktaydılar. Bu örgütlenmeler arasında siyasi partiler bulunduğu gibi, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi yaygın kitle örgütlenmeleri de bulunuyordu.
 
İşte, Osmanlı’nın bu yenilgisi ve işgalinden sonra, başta iktidara geçen Hürriyet ve İtilaf Fırkası olmak üzere, kimi Osmanlı siyasi partileri Kürtler’le ittifaka başlıyorlardı. Sözgelimi o zaman Selamet-i Osmaniye Fırkası adında bir parti doğrudan kendi programına, Kürdistan’a muhtariyet verilmesini öngören bir hüküm koyuyor. Öte yandan, Osmanlı İla-yı Vatan Cemiyeti adında yaygın örgütlenmelerden biri, yine Kürtler’e özerklik öngören bir hükmü doğrudan kendi programına koyuyordu. Daha da önemlisi, yine İttihad ve Terakki’den sonra ikinci büyük güç olup iktidara geçen Hürriyet ve İtilaf Fırkası doğrudan Kürdistan Teali Cemiyeti ile ilişkiye geçerek, Kürtler’e özerklik verilmesi temelinde bir anlaşma yapıyordu. Kürdistan Teali Cemiyeti ile Ferid Paşa kabinesi arasında imzalanan bu anlaşmada aynen şöyle deniyor:
 
Bu aşamada, Kürdistan Teali Cemiyeti üyeleri arasında Dersim’den şu ünlü şahsiyetler de bulunmaktadır: Vet. Dr. Colikzade M. Nuri Dersimi, Eczacı Sarıoğlu Hüseyin Hüsnü Bey, Miralay Dersimli Halil Bey, Dersimli Tıssiye Öğrencisi Necib Sarı Saltıklı, Dersimli Halil Bey, Koçgirili Alîşêr Efendi, Koçgirili Alişan Bey, Koçgirili Haydar Bey. Kürdistan Teali Cemiyeti’nde dile getirilen kuşkulara ve tartışmalara rağmen, Cemiyet yöneticilerinin aracılığıyla Dersim bölgesinde askeri veteriner doktor olarak görevlendirilip, Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin organizasyonuna doğrudan katılan Nuri Dersimi, 1952 yılında yayımlanan ünlü eserinde bile Koçgirili üyelerin isimlerini açıkça vermekten imtina ederken, Dersim katliamını yöneten Jandarma Albayı Nazmi Sevgen, bu isimleri açıkça ifade eder.
 
Dersim ile Osmanlı hiç barışık olmadı
 
Aslında, etnik ve inançsal kimliğiyle Dersim toplumunun hiç bir dönem Osmanlı yönetimleriyle bütünüyle barışık yaşadığı söylenemez. Bu gerçeklik, Jandarma Genel Komutanlığı’nca 1933/34 yıllarında basıldığını sandığımız gizli Dersim raporunda da yansımasını bulur. Raporda şöyle deniyor: “Aleviliğin en kötü ve tefrika değer cephesi Türklük’le aralarındaki derin uçurumdur. Bu uçurum, Kızılbaşlık itikadıdır. Kızılbaş, Sünni Müslüman’ı sevmez, bir kin besler, onun ezelden düşmanıdır… Bu, o kadar ileri gitmiştir ki Kızılbaş, Türk ile Sünni ve Kürt ile Kızılbaş kelimesini aynı telâkki eder.” (10) Aynı Rapor’un bir başka yerindeyse, adeta hayıflanılarak şöyle denmektedir: “Eğer Yavuz’un garazı Dersim’in yalçın dağları içine girebilmiş olsaydı, herhalde Dersim’i de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük”. Oysa, Dersim toplumu, ülke yönetiminde herhangi bir yenileşme ve özgürleşme hareketi olduğunda onun peşinde koşmaktan geri durmamıştır. Islahat (Yenileşme) Fermanı’nın yayımlanmasından sonra, bizzat Seyid Rıza’nın babası Seyid İbrahim’in öncülüğünde Ermeni komşularıyla birlikte İstanbul Hükümeti nezdinde yaptıkları girişim bunu gösterdiği gibi; 1908 Meşrutiyet Devrimi sonrasında Dersim içlerinden Harput’un merkezine doğru binlerce kişinin bayrak, flama ve silahlarıyla yaptıkları dayanışma gösterisi de, bunu açıkça göstermektedir.
 
 
“Programında esasen mahalli yönetim biçimini kabul eden Hürriyet ve İtilaf Fırkası Genel Merkezi ile Kürdistan Cemiyeti arasında, aşağıdaki madde üzerinde tam anlaşma sağlanarak, her iki taraf Tanrı’nın yardımına dayanarak ülkenin kurtuluşu ve halifeliğin haklarının korunması için ortak çalışmaya söz verirler.
 
Madde: Çoğunlukla Kürt halkının oturduğu memleketler siyaset olarak İslâm halifeliğine ve Osmanlı saltanatına bağlı olmak şartıyla, toplam halkın çoğunluğu tarafından seçilecek bir Emirin başkanlığı altında özerk yönetime sahip olacaktır. 20 Aralık 1918
 
 
Komitenin amaçları
 
Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi’nin amaçları şunlardı;
 
 
1- Türk işgalcilerina karşı her alanda savaşmak;
 
2- Dersim’de Ermeniler’le Kürtler’den Xol (Hol ya da ğol) adlı silahlı saldırı birlikleri kurmak,
 
3- Yaşları 18 ile 30 arasındaki Ermeniler’le Kürtler, Xol birliklerine katılabileceklerdi.
 
4- Katılacakların, aynı zamanda Xol komutanlığıyla beş kişilik komite tarafından seçilmiş olmaları gerekiyordu.
 
5- Her Xol birliği 25-50 kişiden oluşacaktı.
 
6- Xol komutanı, yaşı 30’a varmış ve savaşta beş kez kahramanlık göstermiş insanlar arasından seçilebilecekti.
 
7- Xol’un resmi dili Zazaca (Dimilkî) olacak ve ancak Kürtçe bilen Ermeniler Xol üyeliğine seçilebileceklerdi.
 
8- Xol’un yeri, eylem ve sırları hakkında düşmana bilgi veren üyeler komutanlık tarafından kurşuna dizileceklerdi.
 
9- Xol’un Komite’yle ilişkilerini ancak bir kişi bilecekti. Xol komutanı, eylemlerine ilişkin bilgileri ancak Komite tarafından atanmış olan bu kişi aracılığıyla Komite’ye iletebilecekti.
 
10- Komite ya da Xol’a üye olanlar, bir çoban gibi faaliyetlerini yürütecek, Dersim ve Balaban’ın (Balaban Aşireti’nin yerleşik olduğu alanlar Harput ve Erzincan bölgelerindedir MB) her yöresinden, olup bitenlerden haberdar olacaktı.
 
11- Komite, iç yönetimlerini koruyan Yukarı Dersim aşiret reisleriyle ilişkilerini geliştirecek, Xol’un eylemleri ve Türk askerlerinin yaptıklarıyla ilgili olarak onları sürekli bilgilendirecekti.
 
12- Haçik Minasyon (Başkan), Halçêns Sêko (Dersim’in temsilcisi) ve Atom Grigor Karapetyan (Sekreter), Komite’nin başkanlık divanına seçildiler. Başkanlık Divanı, Xol Komutanlığına emir verme ve olağanüstü durumlarda Komite’nin yerine toplanma yetkisine sahipti.
Koçgiri İsyanı Alîşêr ile Zarîfe - 3 
 
‘Özgürlük’ şiarıyla ilan edilen Meşrutiyet Devrimi sonrasında Dersim’de bulunan Amerikalı gezgin Henry Riggs, bu gerçekliği şöyle ifade etmektedir: “1908 Devrimi’nin ülkeye Anayasal bir hükümet getirmesinden sonra, Jöntürkler, Dersim aşiretleriyle bazı taktiklerle yeni ilişkiler kurmaya çalıştılar. Öğretmenler ve siyasi liderler Dersim’e gönderildiler. Yeni özgürlüğün onların da olduğunu, onu paylaşabileceklerini onlara anlatmaya çalıştılar. Bir Kürt siyasi kulübü kuruldu. Vakti gelince bu örgütün mensupları büyük bir bağlılık töreni düzenledi. Binlercesi, uçuşan bayrakları ve omuzlarında tüfekleriyle Harput’un merkezine doğru yeni hükümete bağlılıklarını bildirmek için yürüdüler. Bu insanlar için, artık tüm Türkiye’deki ırklara olduğu gibi kendilerine de yeni bir gün doğuyordu.
 
Burada, dikkati çeken hususlardan biri, bölgede bir Kürt siyasi kulübü’nün kurulmuş olması; diğeriyse özellikle bu kulüp üyelerinin destek gösterisi düzenlemiş olmalarıdır. 1911 Yılında yayımlanan Rusça bir başka Rapor’da da, Dersim’e ilişkin şu durum değerlendirmesi yapılmaktadır: “Daha önce ve 1909 yılında Dersim’e Türkler tarafından büyük askeri seferler yapılmış olmasına karşın, şimdi Dersim Kızılbaşlarını yatışmış saymak mümkün değildir. (…) şimdi Dersim’de durum sakin görünmektedir; fakat Türkler her zaman Kızılbaşlar’a nefret ve düşmanlıkla yaklaşmakta, Kızılbaşlar da aynı şekilde cevap vermektedir. Bunun sonucunda Türkler, şimdiye dek Dersim’i güvenli bir şekilde geçememektedir. Kürtler ve bölge Hıristiyan halkı arasındaki ilişkiler genelde dostçadır. Daha önce olduğu gibi, Dersim Kürtleri bölge Türk yönetiminden hoşnut değildir ve Hükümetin hiç bir vaadine inanmamaktadırlar.” (12)
 
Buradaki iki belirleme önemlidir. Biri, Dersim toplumunun deneyimleri sonucu Osmanlı/Türk hükümetlerine güvenmemesi; ikincisi ise Kızılbaş Kürtler ile Hiristiyan Ermeniler’in dostane ilişkiler içinde olmalarıdır. Her iki olgunun da tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri vardır. Gerçekten de, 1908 Devrimi’nden hemen sonra bile Dersim’i dize getirme amacıyla bölgeye askeri harekat düzenlenmiş ve bu askeri birlikler içinde Hamidiye Alayları da görev almıştır. Üstelik bu birlikler, halka zulüm uygulamakta normal ordu birliklerinden hiç de geri kalmamışlardır.
 
Ermeni Kürt dostluğu devletin belgelerinde
 
Dersim’deki Kızılbaş Kürtler’le bölge Ermeniler’i arasındaki ilişkilere gelince. Açık ve gizli belgelerin de ortaya koyduğu gibi; bu iki topluluk arasındaki ilişkiler her zaman diğer topluluklarla olan ilişkilerden daha iyi olmuştur. Bu dostane ilişkiler devletin gizli belgelerine de yansımıştır. Sözgelimi, bizzat M. Kemal tarafından 1925’ten sonra Şark İlleri Asayış Müşavirliği’ne atanan Prof. Hasan Reşit Tankut, o tarihten sonra hazırladığı çeşitli etno-politik inceleme raporlarında, bu yakınlığa sıklıkla vurgu yapar: “Dersim Alevileri Ermeniler’i çok severler. Vatana ihanet etmiş, Türk kanunlarına topluca karşı koymuş âsi Ermeniler, Dersim’de bir ana kucağı bulmuştu. Bu Ermeniler, Rus ordusu Dersim dağlarına dayandığı zamana kadar esirgendiler ve sonra Rus ordusuna katıldılar ve gittiler. Bugün bile Dersim’de bir Dersimli kadar serbest ve mutlu yaşayan Ermeniler vardır.” (13)
 
Tankut, gerek 1930’larda hazırlayıp yayımlayamadığı gizli “Zazalar” araştırmasında, gerekse 1960 Askeri Darbesi sonrasında hazırlayıp yönetime verdiği Kürdistan’a ilişkin Etno-Politik İnceleme Raporu’nda; ilginç bir anekdot aktarır. Kendisi, 1913’te Mülkiye Mektebi’ni bitirerek Sivas Vilayeti emrine verilmiştir. Hafik’in bir Alevi köyünde gecelediğinde, “Din ve âdetçe Dersim’e bağlı olan Koçgiri dedelerinden biri” ile karşılaşır. Wilson ilkeleri çevresinde, Ermeniler’in statüsünün belirlenmesi ve kendilerine özerklik verilmesi için bir plebisit yapılması öngörülmektedir. Tankut, yöredeki Kızılbaş Kürtler’in eğilimlerini öğrenmek ister. Koçgirili pirin cevabı açık ve nettir: “Ermeniler’le kan ve gövde biriz, aramızda din farkı soğan zarı kadar incedir. Aliyullah, bizi hak dine çevirmiş de onun için Hristiyan Ermeniler’den ayrılmışız.” (Bkz. Age,s. 472)
 
Tankut, bu cevap karşısında şaşkına döner ve daha sonra şöyle der: “Bereket versin Birinci Cihan Savaşı patladı da bu uğursuz projenin uygulanması o zaman için mümkün olmadı. Yoksa o illerde Aleviler’in hiç olmazsa önemli bir kısmı Ermeniler’den yana oy verecekti.” (age,s. 219)
 
Tankut, raporun bir yerinde de, “Zaza- Koçgiri İsyanı’nın kahramanlarını Dersim’deki seyyidler koltukluyordu ve oralarda olan bitenlerin yankıları Munzur Dağı’nda büyüyor, dalgalanıyor ve gönül duygusu yürek çarpıntısı halinde çalkalanıp duruyordu” sözleriyle de, Dersim- Koçgiri birlikteliğine başka bir cepheden vurgu yapıyordu…
 
Koçgiri İsyanı’nın ideologu ve önderlerinden Alîşêr
 
Alîşêr’in, gerek Koçgiri gerekse Dersim olaylarındaki önemli işlevi, gerek Kürt kaynaklarında, gerekse Türk kaynaklarında açıkça ortaya çıkmaktadır. O, çok yönlü olarak bu hareketlerde rol oynamıştır. Bir kez, daha 19. yüzyılın ikinci yarısında Dersim hareketine yön veren Seyid İbrahim’in oğlu Seyid Rıza ile yakın bir ilişki ve diyalog içerisindedir. İkincisi; Türk kaynakları salt ticaret amacıyla ilişkilendirse bile, olayların içinde yaşayan Dr. Nuri Dersimi’nin de belirttiği gibi, “Alîşêr, daha 1914 Dünya Savaşı’nda, Kürdistan’ın özgürlüğünü sağlamak amacıyla, Erzincan’a kadar gelmiş bulunan Rus Ordusu’na katılmış; Koçgiri, Sivas, Malatya ve Dersim bölgelerinin Kürt temsilcisi sıfatıyla, Rusya koruması altında özerk bir Kürdistan yönetimi kurulması için çalışmıştır.” (14)
 
Yine, Alîşêr’in I. Dünya Savaşı sonlarında, yönetimindeki birliklerle Ovacık’ı basarak, burada bir Kürt yönetimi kurduğunu görüyoruz. Osmanlı yönetimi, bu hareketi bastırma görevini, o tarihlerde Hamidiye Alay Komutanı, daha sonra Kürt ulusal hareketinin önderlerinden biri olarak gördüğümüz Cibranlı Halit’e verir. N. Dersimi, bunun tutumuna ilişkin ilginç notlar aktarır. Bu arada, Alîşêr’in, 1918 yılında Ermeni lideri Murat Paşa ile Kürdistan’ı ve Ermenistan’ı ilgilendiren konularda görüşmeler yaptığı, ancak sınırlar ve Kürdistan’ın statüsü gibi konularda anlaşmaya varamadığı görülüyor. (15) İşte, tam böylesi bir ortamda Koçgiri başkaldırısı patlak verir. 1915’teki Ermeni katliamıyla, Ermeni sorunu görünüşte çözülmüş; ancak Kürt sorunu tüm yakıcılığı ve karmaşıklığıyla devam etmektedir.
 
‘Zayıf zamanlarda Türklere darbe vurmak Kürtlere yakışmıyor
 
Kürt örgütleri içindeki gençlik kesimi ile Bedirhanlar öncülüğündeki Kürt Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti bağımsızlık düşüncesini savunmakta; Seyid Abdülkadir liderliğindeki Kürdistan Teali Cemiyeti bu düşünceye karşı çıkarak, “Türkler’in bu düşkün zamanında onlara darbe vurulmasının Kürtlük şiarına yakışmadığını” ileri sürerek, zaten Osmanlı Hükümeti’nin Kürdistan’a muhtariyet vermeyi kabul ettiğinden hareketle, beklenilmesini öneriyordu. Dersim ve Koçgirililer, bu ikilem içinde başkaldırmışlardı. Bir yandan, Kürt Teali Cemiyeti ile İstanbul Hükümeti arasında yapılan gizli anlaşmada öngörülen statüyü talep ederken; bir yandan Sevr Antlaşması’nın 62/64. maddelerinde öngörülen “özerklik” statüsünü gündeme getiriyor, öte yandan Koçgirililer’in yoğun olarak yaşadıkları Zara, Koçgiri, Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah kazalarının bağlı bulunacağı bir vilayet oluşturulması ve yönetimine yerli Kürtler’den birinin atanması isteniyor ve tüm bu öngörü ve talepler, hem Kürt aydınlarının anılarına hem de resmi Türk kalemşörlerinin makalelerine yansıyordu.
 
Hem de, Kürt taleplerini içeren bu muhtıralar, çoğunlukla hareketin doğrudan ortasında yer alan Nuri Dersimi gibi aydınların ve Alîşêr gibi lider-şair halk önderlerinin kaleminden çıkmıştı. Daha önce bu konularda Kürt cephesinden ilk bilgileri veren Nuri Dersimi’nin Dersim ve Kürt Milli Mücadelesine Dair Hatırat’ ını (Ank. 1992) ve Kadri Cemilpaşa’nın Doza Kurdistan adlı önemli hatıra kitabını notlayarak yayımlamış (Ank. 1992) ve Dersim katliamında bizzat bulunmuş Jand. Alb. Nazmi Sevgen ile olayların içinde bizzat bulunmuş muhbir- gazeteci/yazar Niyazi Ahmed Banoğlu’nun konuya ilişkin yazıdizilerini ilk bilince çıkarmış bir araştırmacı olarak bizim bu noktada yapmak istediğimiz; gerek Koçgiri, gerekse Dersim hareketlerinin yeniden bir irdelemesini yapmak değil; Evin Çiçek’in deyişiyle “edebiyatçı, öğrenci yetiştiren sanatçı, diplomat, askeri örgütleyici, önder-aydın” kimliğiyle Alîşêr ve eşi Zarîfe’in hareket içindeki kimliği üzerinde durmaktır. Kaldı ki, resmi kalemşörler bile onu “Dersim erkân-ı harbı ve milli şairi” olarak nitelendirmektedirler.
 
Savaş ve sanatı birlikte işleyen insan
 
Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi üstüne kapsamlı bir çalışma yapmış olan Evin Çiçek, bir çift olmaktan öte birer “yoldaş” olan ve birbirlerine “heval” ve “hevalê” olarak hitap eden bu ikiliyi kısaca şöyle tanıtmaktadır: “Sanatı ve savaşı birlikte işleyen insan Alîşêr ve bugün de yaşamıyla Kürt kadınınca örnek alınan Zarîfe Hanım, 1882’de Azgêr köyünde dünyaya geliyor. Hesenanlar’dandır. Sivas’ta öğrenim görüyor. Bir süre Mustafa Paşa’nın kâtipliğini yapıyor. Kâtipliğinden dolayı Koçgiri’deki aşiretler arasında tanınan, sevilen bir insan oluyor. Otorite sahibidir. Koçgiri ve Dersim aşiretleri arasında birlik oluşturur. Akrabası olan Zarîfe ile evlenir. Kürt dili üzerinde çalışması olmuş. Beyitleri ve sazı ile halk arasında birliği ve ülke sevgisini işler.” (16)
 
Şimdi, Dersim katliamı aşamasında Alîşêr ve eşi Zarîfe’yi maşaları yoluyla katlettiren, Alîşêr’in kesik başının resmini çekip, birçok resimle birlikte ilk kez yayımlayan ve bir sandık dolusu kitap ve defterine elkoyarak Genelkurmay’a gönderen Jnd. Alb. Nazmi Sevgen’in, onların katlinden 13 yıl sonraki anlatımından izliyoruz (Biz, konunun rahat izlenebilmesi ve doğru algılanması için, ara başlıklarla besleyecek, kimi kelimeleri günümüz Türkçesine uyarlayacak ve kimi açıklayıcı notlara yer vereceğiz):
 
Birinci Dünya Savaşı’nda
 
“Alîşêr, 9 Temmuz 1937’de öldüğü zaman tahminen 55 yaşlarında idi. Alîşêr’i ilk defa siyaset ve kötülük alanında, Koçgiri Aşiret Reisi Musafa Paşa’nın kâtibi olarak görüyoruz. Dersim bölgesinde tanınması, Birinci Dünya Savaşı’nda Erzincan’da Ruslar’la iş yaptığı zamana rastlar. Erzincan’da Ruslar’ın et müteahhidi olarak ortaya çıkan Alîşêr, Rus komutanlığından, orduya sığır almak üzere yediyüz Türk altını, yanına da bir manga kadar Rus askeri ve on beygir almış, Munzur Dağları’nı aştıktan sonra Ruslar’ın elinden hayvanlarını alıp ve askerlerden de üçünü esir ederek Dersim’e yürümüştür. Bu olay, esasen Türk düşmanı olan Erzincan’daki Rus komutanı Lahof’un büsbütün Türkler’e karşı harekete geçmesine sebep olmuştur.” Oysa, yukarda da vurgulandığı gibi, bu görüşme salt bir ticaret görüşmesi değil, aynı zamanda politik ve diplomatik görüşmedir.
 
Dersim’de ve Koçgiri’de
 
“Alîşêr, Dersim’e geldikten sonra Ovacık’taki milis alayının kâtibi olmuş, alayın Ruslar’ı önlemek üzere Munzur Dağı bölgesine hareketinde beraberinde gitmiş, bir süre de Sebil Baba Dağı’nda kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Koçgiri’ye dönen Alîşêr, eski görevi olan Koçgiri Aşireti Reisi Mustafa Paşa’nın oğlu Alişan Bey’in kâtipliğini yürütmüştür. İşte Alîşêr’i burada, memleket ve devlet aleyhindeki hareketlerin başında bir beyin adamı olarak görmek üzereyiz. Alîşêr’i, Koçgiri Aşireti Reisi Mustafa Paşa, kendisinde bazı yetenekler görerek yetiştirmiş, onu özellikle sık sık Dersim’e göndererek, Dersim aşiretleri üzerinde etkili ve faal olmasını sağlamıştır.
 
Alîşêr’in kişiliği
 
Alîşêr; zeki, karıştırıcı ve cesurdur. Çok güzel Türkçe okur, yazar. Dersim’de elimize geçmiş birçok siyasi ve yergi şiirleri vardır. Kendisine bu bölgenin kurtarıcısı süsünü vermiş, daima öyle görünmek istemiştir. Onda Kürdlük fikir ve emelleri (bilinci ve hedefleri) de vardır. İşte, bu fikir ve emellerdir ki, Büyük Savaşın ardından imzalanan silah bırakışması üzerine Alîşêr’i, bütün kirli ve karıştırıcı amaçlarıyla ortaya çıkarmıştır.” Alîşêr, çok güzel Türkçe okuyup yazdığı gibi, Kürtçe de okuyup yazmaktadır. Hatta, Kürtçe yazdığı kimi şiirlerini, bölgede Kürtçe bilmeyenlerin de rahat anlaması için Türkçe’ye çevirmiştir. Çünkü bölgede, özellikle Sivas- Malatya hattında çoğu Alevi Kürt kökenli topluluklar, hayvancılığı bırakıp tarım için erken yerleşime geçtikleri için, Kürtçe’yi unutup Türkçe konuşmaya başlamışlardır. Bu durum, bölgeyi gezen 19. yüzyıl gezginlerinin de dikkatinden kaçmamıştır.
 
Sevr Antlaşması ve Dersim Kürtleri
 
Sevr Antlaşması’na, Kürtler’in çoğunlukta oldukları yerlere “özerk” yönetim verileceği doğrultusunda bir madde konulmuş olması Kürtler’i ümitlere düşürmüştü. Bu sırada, Koçgirili Mustafa Paşa’nın oğlu Haydar Bey İstanbul’a giderek Kürd Teali Cemiyeti’ne girmiş, Koçgiri’ye dönüşünde Ümraniye’de örgütün bir şubesini açmıştı. Şubenin başkanlığını da yürüten Haydar Bey, Dersim’deki aşiret reisleriyle diğer seçkin kimseleri, Koçgiri’nin ileri gelenlerini derneğe kaydetmiş; Kürt isteklerine ilişkin eserlerle birlikte, örgütün yayın organı olan Kürtçe Jin gazetesini de getirterek, işe bu noktadan hız vermişti. İyi bilmek gerekir ki, Haydar Bey bu işleri yapacak, başarabilecek bir adam değildir. Perdenin arkasında Alîşêr vardır; asıl etkin ve yönlendirici olan odur.”
 
Dersim’de çalışmalar
 
“Nihayet Alîşêr’i, 1920 yılı Mart’ında, gerçek siyasi kimliğiyle Dersim’de Ovacık ve Hozat’ta halkı harekete geçirici konuşmalar yaparken görüyoruz. Yanında Refahiye’nin Şadilli aşireti reisi Paşa Bey ve arkadaşları vardır. Alîşêr, bu cüreti Kürdistan Teali Cemiyeti Reisi Abdülkadir’den almıştır. Çünkü Dersim’e gelmeden bir süre önce, Koçgiri’nin Armudan köyünden Mıgırdıç isminde bir Ermeni’yi özel olarak İstanbul’a göndermiş, bu yolla Seyid Abdülkadir’den talimat almıştır.”
 
Doğan Munzuroğlu, Alîşêr’in ve Zarîfe’nin anısına adadığı, “Dağlara Şecere Yazan Adam” konulu yazısında; Alîşêr’in eşi Zerife ile birlikte bu aşamada yaptığı çalışmaları mahalli anlatımlara dayanarak aktarır ve ilginç anekdotlar verir: “Öndeki atın üstünde Alîşêr’in yeğeni vardı. Uzun boylu, güzel giyimli biriydi. 40 yaşlarındaydı. Belindeki tabanca dışında silahı yoktu. İkinci atlı Zarîfe’ydi, çapraz silahlıklıydı. Omuzunda mavzer vardı. Geleneksel kıyafetli, uzun boylu, güzel bir kadındı. Yüzü yuvarlak, gözleri büyüktü. Üçüncü atlı Alîşêr’di. Orta boylu, hafif sarı sakallı, güler yüzlü, kendine güvenen ama alçak gönüllü bir edası vardı.” (17)
Bu çalışmalar sırasında, Alîşêr, beş yıl sonra idam edilecek olan Dersim mebusu Hasan Hayrı Bey’le de karşıkarşıya gelir ve şunları söyler:
 
“Ağalar, demir tavında dövülür. Osmanlı hanedanlığından birçok milli devlet çıktı. Çağ milli ayaklanmalar çağıdır. Kürtler milli benliğe sahip değil de Türkler çok mu sahip? Allah’ın izni keremiyle, biz de akıllı davranırsak bağımsız bir devlet olarak çıkarız. Siyasette acımak yoktur, akıl vardır. Biz kimseden birşey almıyoruz, her milletin hak telakki ettiğini talep ediyoruz. Hasan Hayrı Efendinin söylediği belki başka bir toplum için doğrudur. Ama İttihad ve Terakki’nin mirasçılarıyla çuvala girilmez. Hayrı Efendi’nin Cumhuriyet’e bunca hizmetinden sonra korkarım ki benim gibi bir âsiyle Hayrı Efendi’nin sonu aynı olsun. Bunlar için en iyi Kürt, ölü Kürt’tür…” (agy)
 
Anlatımlara göre, bu görüşmede, Alîşêr dışında, eşi ve yoldaşı Zarîfe, Baytar Nuri, Feratu aşiretinden Cemşi, Axuçan aşiretinden bir pir ve Hasan Hayrı Bey vardır. Görüşmenin bitiminde, Zarîfe’nin Alîşêr’e dönerek şunları söylediği ve görüşmeyi noktaladığı aktarılır:
 
“Havalêmın; anlaşılan o ki hepimizin kendi doğruları var. Belli ki herkes kendi yolunda yürüyecektir. Dileğim o ki, ileride karşılaşacağımız yer Dersim’in selameti olsun. Biz kendi yolumuzu yürüyelim. Kanımca bu müzakerenin devamında bir fayda yoktur. Gelecek, erken davrananın olacaktır. Bizim daha çok yürüyecek yolumuz var, kalk gidelim.
Koçgiri İsyanı Alîşêr ile Zarîfe - 4 
 
“Alîşêr, Dersim’deki konuşmalarını Türkçe yapmıştır. Dersimliler ve Koçgirililer (Zazaca) konuşurlar. Fakat aralarında lehçe farkı vardır. Bu sebeple Koçgirili Zaza, Dersimli Zaza’nın söylediğini anlayamaz. Alîşêr, Kürtçe de yazmış, şiirler söylemiştir. Bunlar da aynı sebeple Dersim’de yer tutmamış, okunamamış, bellenememiştir. Bunun içindir ki, Alîşêr’in düşünsel çalışmaları Dersim’i çorak bulmuştur.” Nazmi Sevgen’in söylediklerinde kuşkusuz birçok yanlış var. Bir kez Dersim’in ve Koçgiri’nin tümünde Zazaca konuşulduğu doğru olmadığı gibi; eyalet bazında alındığında Kurmanci konuşanların sayısı belki daha da fazladır. Koçgiri’de de ağırlıkla Kurmanci konuşulmaktadır ve Alişêr de şiirlerini Türkçe ve Kurmanci lehçesinde yazmıştır. Dersim katliamının resmi tanıkları niteliğindeki Nazmi Sevgen, Hasan Reşit Tankut ve Niyazi Ahmet Banoğlu gibi kalemşörler, Kürt dili ve lehçeleri üzerinde de rahatlıkla fikir yürütmektedirler. Hele Tankut’un, 1960 İhtilali sonrasındaki bir gizli raporda dile getirdiği şu görüş gerçekten ilginç değil mi?
 
“Bugünkü Türkiye topraklarındaki Kürt topluluğunda, birbirine ayrı iki unsur vardır: 1- Kurmanç, 2- Zaza… Zazalar’ın bir kısmı da her ikisine de zıt olan Dersimli Aleviler’dir.
 
Diplomatik çalışmalar
 
“Alîşêr, kışkırtıcı sözleriyle Ovacık ve Hozat’ta beklediği ilgi ve eğilimi bulamamıştır. Dersim denizinde fırtına, ancak kendi reislerinin işaretiyle kopar. Zaten Dersimliler daha önce, büyük devletlere telgraf çekerek Osmanlı Hükümetinden ayrılmak istemediklerini bildirmişlerdi. Alîşêr, buna da bir sebep bulmakta gecikmedi. Denildi ki, Osmanlı memurlarının etkisiyle, Dersimliler gerçek amaçlarını ortaya koyamamışlardır. Amaçları, bağımsız Kürdistan Hükümetine katılmak ve onun özünü teşkil etmektir. Alîşêr tarafından bu doğrultuda hazırlanan muhtıra, Kürd Teali Cemiyeti aracılığıyla büyük devletlere gönderildi. Ne garip tecellidir ki, bu sırada Koçgiri aşireti reislerinden Alişan Bey, Refahiye kaymakamlığı vekaletinde bulunuyor, kardeşi Haydar Bey’in ve özellikle Alîşêr’in siyasi çalışmalarından sanki habersiz, onlarla tamamen ilgisiz bulunuyordu.”
 
İsyan düşüncesi genişliyor
 
“Alîşêr’in Dersim’de ektiği ayrılık tohumları bu sırada filiz vermeğe, etkisini göstermeye başladı. Sözgelimi, Ovacık kazasının Tarpazin nahiyesi eski müdürü Mustafa Ağa, Kemah köylerine gelerek asker toplanmasına Padişah’ın emri olmadığını, Dersimliler’in asker vermeyeceklerini, Kemahlılar’ın da vermemelerini tenbih etti ve bunu gerçekleştirmeye çalıştı. Artık isyan düşüncesi genişlemişti.”
 
Batı Dersim’e öğüt heyeti
 
“Elazığ Vilayetinden, Batı Dersim aşiretlerine bir öğüt heyeti gönderildi. Heyetin gidişini, bir zayıflık göstergesi sayan Şeyh Hasanlı ağaları, giden heyete karşı çok soğuk davrandılar ve şu yolda cevap verdiler: (Sevr Antlaşması gereğince Elazığ, Diyarbekir, Bitlis, Van vilayetlerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu kurulmalıdır. Aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle alacağız.) dediler. Birkaç bin Dersimli’nin Sivas Vilayetine hücum ve orayı işgalden sonra Ankara üzerine yürüyeceklerini ifşa eylediler. (Siz Ermeniler’e yaptınız, biz de size yapıyoruz. Dersim aşiretleri geliyor. Sivas’ı işgal edeceğiz ve sonra Ankara’ya gidip milli hükümeti – buna Kongre diyorlardı- devireceğiz) dediler.”
 
Alişêr’in Dersim’e geçişi
 
“Koçgiri olayının başlangıcında Alîşêr de, efendisi Alişan Bey gibi yine Dersim’e geldi. Çünkü Koçgiri hazırdı. Koçgiri ile birlikte Dersim’i de hazırlamak ve ortaklaşa harekete geçmek gerekiyordu… Nihayet Alîşêr, amacına ulaşmış ve isyancıların üstünlüğüyle sonuçlanan olaylar zinciri birbirini izliyordu… Tüm bu olup bitenlerin gerçek sorumlusu ve yöneticisi Alîşêr’dir… Nihayet mevcudu 500’ü bulan ve Alîşêr’in komutasında bulunan milis kuvvetlerini, 14 Mart 1921’de Ümraniye’ye yürürken görüyoruz. Alîşêr’in peşine takılanlar Dersim’in yardımcı kuvvetleri, Koçgiri’nin merkezine doğru yaklaşmaktadır. Dikkat çekicidir ki, isyancıların Büyük Millet Meclisi’ne çektikleri telgrafta Alîşêr’in de imzası vardır. Kendisine çok cazip bir sıfat eklemiştir: Sâdattan Alîşêr. Telgraf Alîşêr’in kaleminden çıkmıştır. Böyle siyasi ve anlamlı yazılarda yeteneği vardır.”
 
Seyid Rıza’nın yanında
 
“Nihayet Devlet, 24 Nisan 1921’de Koçgiri olayını yerinde söndürmüş, Alîşêr de kendisini kurtararak Dersim’e sığınmıştı. Dersim’e kaçış tarihi olan Nisan- 1921’den ölüm tarihi olan 9 Temmuz 1937 tarihine kadar, onaltı yıl boyunca hiç bir siyasi faaliyette bulunmamış, fakat o tarihten itibaren, sonradan idam edilen Seyid Rıza’nın yanından ayrılmamıştır. Bu nedenle, onu yine maskelenmiş olarak Seyid Rıza’nın arkasında görüyoruz. Bu sırada fırsat buldukça, gizliden gizliye halkı yönlendirmekten ve eğitmekten geri durmamıştır. Alişêr’in, içinde (Aslanlar yurdudur tilkiler girmez/ Gerçekler sırrıdır akıllar ermez/ Evliya gülüdür zalimler dermez/ Ona bağlıdır yolu Dersim’in) yolundaki sözleri; bu tür resmi ideoloji mensuplarının yazı dizilerinde suç kanıtı olarak gösterilir. Bu ve benzeri şiirleri suç kanıtı gibi gösteren bir başka yazı dizisi de, Niyazi Ahmet Banoğlu’nundur. Dersim katliamı sırasında bölgeye “gazeteci” olarak giden Banoğlu, Sevgen’den bir yıl sonra 1951 yılında yayımladığı “Dersim İsyanının İçyüzü” başlıklı yazı dizisinde; öncekinden yararlandığı gibi kendisi de kimi katkılarda bulunur.
 
Katili Zeynel’in anlatımıyla Alîşêr
 
Muhbir-gazeteci kimliğiyle, Alişêr’i katleden Zeynel ve Rehber’le poz veren bu resmi kalemşör, “Dersim’in Erkânıharbi Alîşêr’i Öldüren Zeynel Neler Anlattı?” başlıklı bölümde, şunları anlatıyor: “Alîşêr’in olumsuz çalışmaları yıllarca devam etmiştir. 9 Temmuz 1937 yılında, gene Dersimli bir düşmanının kurşunuyla canveren Alîşêr, Dersimliler için gerçekten bir kuvvetti. Okuma yazmasından başka müthiş zekasıyla kabileleri birbirine katmak, sonra müstakil bir Dersim kurmak gibi hayallerle binlerce günahsız insanın ölümüne yolaçmış ve hükümeti yıllarca uğraştırmıştı. Alîşêr’i öldüren Zeynel, Dersim’in tipik bir siması idi. Heykel gibi bir vücudu, yılmaz bir cesareti vardı. Bu haberi alır almaz Zeynel’i aradım. Tam bir Türk tipi olan bu dağ adamı, ilk defa ayna görüyor, ilk defa medeni bir şehre geliyor, elektriği görüyordu.
 
Zelnel, Alîşêr’i nasıl öldürdün?.. diye sordum.
Kurşunla vurdum, sonra başını kestim, dedi.
 
Neden yaptın bu işi?
 
Fena mı yaptım. Dersim’i kötülükten kurtardım işte…
Zeynel, hükümete yaranmak için değil, muhakkak ki eski bir intikamını almak için yapmıştı fakat sebebini söylemekte bir menfaat görmediği için söylemiyordu.”(19)
 
Yazar, dizinin bir başka bölümünde de, Zeynel Elazığ’a geldiği zaman, yetkililerden izin alarak bir otele götürdüğünü ve kendisiyle görüştüğünü belirterek, onu şöyle tanımlıyor:
 
“Bakılmaya kıyılmayacak levent bir yapısı vardı. Sıktığını avuçları içinde tuzla buz haline getirebilecek olan bu pos bıyıklı, yüzünden kan damlayan Dersimli, hakiki bir Türk tipi idi. Alîşêr’i öldürmüştü ama Dersimliliğini bırakmıyor ve bir türlü o yaşına kadar bellediği yaşayışından başkasını kabul edemiyordu… Zeynel, pehlivan yapılı, iri fakat güzel cüsseli bir erkek güzeliydi. Kıpkırmızı kanlı yüzü, pos ve gür bıyıklarına rağmen, dünya erkekleri arasında bir yarışma yapılsa, birinciliği mutlaka Zeynel alırdı.” (agy) Yazar, daha sonra, Alîşêr’i öldürdüğü gün Devlet tarafından kendisine 100 altın verilen bu ihanetçiye, yine de güvenilmediği için daha sonra idam edildiğini ve idam edildiği esnada, kendisinden beklenmeyen ölçüde ufaldığını söylüyor. Yazı dizisinde yer alan ilginç bir anekdot da, Alişêr’in kesik başının resmini çeken Albay Nazmi Sevgen’in duyguları. Bilindiği gibi, Alîşêr ve karısı Zarîfe, 9 Temmuz 1937 Cuma günü, Kafat köyü yakınlarında barındıkları bir mağarada, Zeynel, Rehber ve Efendi adlı ihanetçiler tarafından öldürülür. Alişêr’in başı, Zeynel tarafından kafası kesilerek Alb. Nazmi Sevgen’e teslim edilir. Gerisini, bu kesik başın resmini çekip ilk kez yayımlayan Nazmi Sevgen’den dinleyelim: “Alişêr’in kesik başının resmini ben aldım. Fakat kesik başın resmini alırken ürperdim, tüylerim diken diken oldu. Günlerce o baş gündüz hayalimde, gece rüyamda yaşadı.” (Yeni İnci, Sayı: 44/ 1953) Birçok özelliği olan Alişêr’in bir özelliği de, şairane sezisidir. Katledilmesinden 2-3 yıl önce, Dersim’i bekleyen felaketi o diplomatik kimliği ve sanatkarane sezisiyle önceden görmüştür:
 
Ol Yezid’in fikri Dersim’i vura
Silahlar toplanıp çöllere süre
Zâlimler, zannetme bu size kala
İnşallah bir eroğlu meydana gele
Hak yolunda intikam ala…(20)
 
Bilindiği gibi, Alişêr, bir halk lideri olmasının yanı sıra, Kürtçe ve Türkçe şiir yazan önemli bir halk şairidir. Onun şiirlerinde “azınlık içinde azınlık” statüsündeki Kızılbaş Kürtler’in duygu ve düşüncelerini tüm çarpıcılığıyla görmek mümkündür. Daha, 1930’lu yıllarda İstanbul Konservatuarı’nın türkü derlemeleri sırasında onun üç türküsü de taşplak yapılmıştır. Öte yandan, Nazmi Sevgen, onun Dersim’e ilişkin manzum bir destan yazdığını da bildirir…
 
Dersim/ Koçgiri konusunu işleyen resmi ideologların sıklıkla Alişêr’in şiirlerini saptırdıklarına tanık oluyoruz. Tankut’un, bu türden “Zazalar” araştırmasındaki kimi saptırmalarını, Kürdoloji Belgeleri-I çalışmamızda göstermiştik. Bunun kimi örneklerini, Nazmi Sevgen’in yazılarında da görüyoruz. Bunlardan birine de, Zazalar ve Kızılbaşlar adıyla yayımlanan yazılar toplamında rastlıyoruz. Yazar, başta yiğeni Mustafa Bey olmak üzere yakını kimi insanların, onu 1935 Tunceli Kanunu’nun çıkmasından sonra teslim olmaya ikna etmeye çalıştıklarını bildirdikten sonra, Alişêr’e atfen Dördüncü Umumi Müfettiş, Tunceli Vali ve Komutanı, “Dersim Kasabı” General Abdullah Alpdoğan’a da bir şiir yazdığını iddia etmektedir. Çevrimyazısı sağlıklı yapılmayan ve Alişêr’in şiirsel ve düşünsel dokusuna da pek uymayan şiirin birkaç beytinde şöyle denmektedir:
 
Cumhuriyet feyzi her yeri sardı
Cumhuriyet nûru zulmeti yardı
 
Yüksek Başkanımız düşündü yer yer
Abdullah Paşa ki sahib-i tedbir
 
Bu Dersim Tunceli oldu akibet
Aydınlıklar açtı geçti ol âfet (21)
 
 
 
Alişêr’in eşi, yoldaşı, ‘heval’ı Zarîfe
 
Alîşêr’e, tüm yaşamında eşlik eden Zarîfe, dost- düşman tüm gözlemcilerce takdirle karşılanan bir kişiliktir. Nazmi Sevgen; “ Alîşêr’in karısı Zarîfe de dikkate şayan bir tipdir. Kocasının mücadelesinde bu kadının etkisi çoktur. Kocasına, silahlı olarak her zaman refakat ve eşlik etmiş, sonunda o da kocasıyla birlikte kaçınılmaz sona ermiş, fakat bu anda dahi Vank’lı Efendi adında birisinin canına kıymıştır.” diyerek, dolaylı olarak takdir duygularını dile getirmektedir.(agy)
 
İkiliyi yakından tanıyan, yakın dostları Nuri Dersimi, onu şöyle değerlendiriyor: “O aslan ki, kendi döneminde okuma- yazma bilen, hem siyasi hem de askeri bir Kürt kızıydı. Çok sefer Alîşêr, bir şey yapmadan önce onun düşüncesini sorar, fikrini alırdı. Ona sormadan karar vermezdi. Zarîfe savaşçıydı. Çok sayıda kadın da onunla birlikte savaştılar. Onlar da silahlıydılar. Çarpışmalar başlamadan önce ondan silahlı eğitim aldılar.” (22)
 
Nuri Dersimi, ünlü eserinde de Kürt kadınının kahramanlığı bağlamında bir örnek olarak ona yer verir: “Zarîfe, kocası gibi Kürt milli davasına bağlı, aynı yüksek gayeleri takip eden, eşsiz bir Kürt kızı olduğunu, hayatında doğrudan isbat etmiştir. Zarîfe, Kürt kadınları arasında milli uyanış için eşsiz bir propagandacı olmuş ve Alîşêr’in milli faaliyetlerinde, onun sağ kolu ve iş arkadaşı olmuştur. Zarîfe, Alîşêr’e daima, Kürtçe’de (arkadaş) anlamına gelen (heval) sözüyle hitap ederdi. Ne yazık ki, fikir ve duygu itibarıyla tam bir birlik olan bu ailenin bir çocuğu olmamıştır. Zarîfe, uzun boylu iri-yarı ve her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip, simasında bir erkek cesareti ve yiğitliği okunan, eşsiz bir Kürt kızı idi. Her yıl Dersim’e gider, milli gayeler hakkında nutuklar söyler ve aşiretler arasındaki çelişkileri ciddi bir hâkim gibi hallederdi
 
 
 
Bitti
 
KAYNAKLAR .
 
Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (TTTC): Türk Tarihinin Anahatları, 1930,s. 258-59
Can Dündar- Rıdvan Akar: Ecevit’in Arşivinden Çıkan şok Belge, Milliyet, 22.1.2008
Mehmet Bayrak: 18-19 Yüzyıllarda Dersim- Malatya Hattında Alevi Katliamları, Alevilerin Sesi Dergisi, Sayı:114/ 2008 Celal Erdönmez: Tanzimat Devrinde Koçgiri Aşireti’ni Islah Çalışmaları, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Ağustos-2000, s. 103-104
Vet. Dr. M. Nuri Dersimi: Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep, 1952,s.61-62
Cemşid Mar (Ozan Telli): Koçgiri Destanı, Özge yay. Ank. 1992, s.11-12
Karlênê Çaçani: Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi (Kürtçe’den çeviren: Murad Ciwan), Hêvi gaz., Sayı:96/ 1998
Hans-Lukas Kieser: Osmanlı Anadolusu’nda Aleviler İle Misyonerler Arasındaki Etkileşim, Munzur der. Sayı:13/ 2003,s. 18
Vet. Dr. M. Nuri Dersimi: Dersim ve Kürt Milli Mücadelesine Dair Hatıratım, [ Sadeleştirerek, Notlayarak, Resimleyerek Yayına Hazırlayan: M. Bayrak], Özge yay. Ank. 1992, s. 103-104
10- Jandarma Genel Kumandanlığı: Dersim, 1933/ 34 (?)
11- Henry Riggs: Dersim Kürtleri’nin Dini, M. Bayrak’ın “Alevilik ve Kürtler” eseri içinde, Özge yay. 1997,s. 364
12- “Dersim Kızılbaşları”, Aynı yerde,s. 357
13- M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-I içinde, gizli “Zazalar” araştırması, Özge yay. Ank. 1994, s.472
14- N. Dersimi: Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep, 1952,s. 280
15- D. Yıldırım: Koçgiri Hareketi’ni Kürt Teali Cemiyeti Mi Organize Etti?, Kürdistan Press, Aralık- 1991
16- Evin Çiçek: Qoçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin 85. Yıldönümü Vesilesiyle, Kızılbaş dergisi, Şubat- 2008
17- Dersim’de İklim, Aralık- 2006
18- M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-I, s. 219
19- İnci Dergisi, Sayı:3/ 1951
20- E. Gezik: Alive Kürtler, Kalan yay. Ank. 2000,s. 114
21- Nazmi Sevgen: Zazalar ve Kızılbaşlar, Kalan yay. Ank. 2000,s. 106
22- Evin Çiçek: agy
23- N. Dersimi: Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep, 1952,s. 279
24- Şiirin Türkçesi: “ Dağımızın kızları, narin ve fiyakalı ceylan gibidir; güzel ve rengârenk dağ çiçekleri gibidir, duru ve berrak çeşme gibidir.
 
   
 
kurdistaninnartaneleri.de.tl